Tarihi gerçekler ve yalanlar.

Tarihi gerçekler ve yalanlar.

 

Bu yazı "aryanist ırkçıların tarihi kökleri" yazısının devamı niteliğindedir, keza tarihi yazılarımız birbirleriyle ilintilidirde.
Bu yazıda aryan tanımalamasıyla beraber tarihi gerçekleri ve insanlık belleğinde yer edinmiş yalanları göreceğiz.

Batılı arastırmacıların Hindistanin kuzeyinde yasamış olduklarını iddia ettikleri kimdi bu aryanlar ?
Neden aryan denilmişti ?
Nasıl bir inançları vardı ?
Hangi dili konuşuyorlardı ?
Son dönemde bazı uçuk dogulu aşırı milliyetci yazarlar aryanlar olarak Hint-avrupa dilleri konuşanların tamamının aryanları oluşturduğu bilgisini  pompalamaya  başladılar
Aşırı ırkçı Ermeni diasporası ve pkk yanlısı ırkçı kürtcüler tarihin verdiği eziklikle kendilerini üstün avrupa ailesinden göstermek ve kendilerine ait geçmişi derin bir uygarlık yaratabilmek için uyduruk makaleler eşliğinde çizdikleri haritalarda aryanları mezopotamya çıkışlı,avrupanın ve bir kısım asya halklarını oluşturan milletlerin ataları olarak göstermeye başladılar.
Uygarlıkların yol geçen hanı olan bir bölgede sonradan oluşan Kürtler ve Ermeniler uygarlıkların kurucuları olaraktan avrupalılarında ataları olan üst aryanlar sınıfınında üstünde olan insanlar olmuş oluyorlardı !!!
Üstelik Ermeni/Ermenistan diye tarihte ne bir millet nede bir devlet söz konusudur. Ermenistan tanımalaması, doğu anadoluda Trakya, Balkan gibi bir bölge tanımlamasında değişik kimliklerde olan insanların yaşadıkları bir bölge ismidir. Bu isim hay'ların başka bölgelere göç ettiklerinden sonra göç ettikleri bölge ismiyle diger milletlerin sonradan onlara taktıkları isimdir. Bu ismi hay'lar geçmişi derin bir tarih uydurmak için kendilerine ait olmayan bu tanımlamayı hiç çekinmeden de kullanırlar. Trakya, Balkan milletinden olduğunu iddia etmek Ermeni olduğunu iddia etmekle aynı saçmalıktadır. çünkü bu bir millet tanımlaması değildir.
Kendilerini aryanların ataları olduklarını iddia eden doğuluların saçmalıklarını biraz tarih bilgisi olan her insan çok kolay anlar. çünkü bunu iddia edenler ön Türkler olan Sümerlerden başlayan bir tarihi kabul edemedikleri için en fazla 3-4 bin yıl geriye gidebilirler.Lakin o zamanda Sami dillinin öncesi olan eski aramice konuşan, Sami milletlerin ataları Akadlara tosladıkları için insanlık tarihini daha berilere çekmek zorundadırlar. Yani yalan ve uydurmalarında zeka ve bilim yoktur, yalan çok açık biçimde çırılçıplak meydandadır.
Bu tür bayağı iddialara aklı başında az'da olsa biraz tarih bilgisi olan hiç kimse inanmaz, çünkü ilk mezopotamya uygarlığını kuranlar, günümüz Türkmenistan devletinin karakum bölgesinden göç eden Anu uygarlığına ait Sümerlerdir.
Tabi Kürtcü ve Ermeni diasporasının palavralarını hiç bir bilim adamı ciddiye almaz, lakin bu topluluklar sürekli yaptıkları yalan propagandalarla Alevi inancınıda kendi örf ve adetlerinin ürünüymüş gibi gösterme yalanlarıyla kınalı keklikler olarak gördükleri Alevileri pkk davasına hizmet etmelerini sağlamaya çalışıyorlar.
Mö 2 binli yıllarda  Ibrahim peygamberinde etkisiyle güney anadoluda Sümer inancı isim ve olgularından olusmuş inancı bile hiç bir inançla bağlantısı olmayan, sözde büyük ezdan'ın köleri olduğu yalanlarıylala bilgi kirliliği yapmaya devam ediyorlar.
Üstelik aryan sözcüğünün köken olarak ne anlama geldiğine dair kök anlamları kendilerini aryan olarak niteleyenlerin dillerinde yoktur.
Orta asya bozkırlarında Hint-Avrupa dilini konuşan kabilerler olduğu söylenir, lakin bunların  Altay çıkışlı ve kuzey Hindistanda eklemeleli yazım özelliklerini kullanan Dravidalar gibi uygarlıklar olmasından dolayı bu milletlere  avrupalıların tanımlamalarındaki gibi aryanlar olduğu söylemek mümkün değildir.
Saka Türklerinin ataları olan aynı isim anlamlarıyla tarihte yer alan iskit/Skalarada Hint-Irani kavim demişlerdi, lakin tarihi gerçeklerle bu yalanlarıda bertaraf edildi.
Tutundukları tek  kuru dal ise Rus yazar E.kuzmina'nın yazılarıdır.
Kuzmina izlerini sürdüğü Avestada bahsi edilen üç kardeşin oluşturdukları uygarlıkların kökleri olarak  verdiği bölge kuzey orta asyada Turani halk Andronovalıların yaşadıkları bölgeydi.
Kominist rusya döneminde gerçekleri yazan büyük tarihçi Kuzmina, Avestada bahsi edilen zerdüştlüğü kuzey Hindistana ve Irana getiren kardeşler hakkinda kültürel ve inançsal ne varsa yazmıştı.
Avestada bahsi edilen üç kardeş hakkındaki bilgileri sadece Andorovalılara ait tarihi kalıntıları araştırmayla yetinmeyen E.Kuzmina, bölgede yaşayan Rus olmayan Turani dil konuşan insanların inançsal özelliklerinide inceleyerek bu bilgileri yazmıştı.
Bütün gerçekleri yazan E.Kuzmina sadece bunlara Türk demedi,bunlara
Hint-Irani dilini konuşan insanlar demişti.
Aksini demiş olsaydı kominist Rusyasında kitapları toplatılacak,kimseye ulaşamamış olarak hayatını baskı içinde, belkide zindanlarda geçirecekti.

Aryanları başka yerden orta asyaya getirebilmek için tarihte eski inguş'tan ve eski Iran olan Persten orta asya'ya kitlesel göçler ve askeri fetihler olması gerekirdi.
Oysa tarihte ne böyle bir göç nede askeri fetihler olmuştu, aksine tam tersi olarak orta asyadan diğer bölgelere kitlesel göçler ve askeri fetihler olmuştu.
Milattan 2 bin yil öncesinde orta asyada yaşamış oldukları söylenen aryanların Hint-Irani dilini konuşan insanlar olduklarını söylemek gerçekleri hiç yansıtmıyor.
Sümerologların bazıları, sümer dilinin, Hindistan'da aryanlar'dan önce yaşayan ve dilleri Ural-Altay dil özelliğine uygun olan Dravida'ların dil benzerliğine vurgu yaparaktan, belkide Sümerlerin şimdiki Iran'ın güneyinden geçerek mezopotamyaya ulaşmışlardır fikrini öne sürmektedirler.
Bu ihtimali öne sürenlerin biri ise eski sami dili konusunda uzman olan Alman asurolog Wolfram von Soden’dir. O sözünün devamında şöyle der: "Bu eklemeli özellikli dile sahip olan Dravidalar Hindistan'daki zengin uygarlığın yaratıcısı sayılırlar. Hindistan'a en son nüfuz eden aryanlar ise onları doğu Hindistan'a sürüyorlar. Ancak, Dravidaları batıya göçmeye neyin mecbur ettiğini anlamak ve onların M.ö. 4000 yılının hangi kesiminde göç ettiklerini tespit etmek çok zordur.
Görüldüğü gibi Soden Hindistanda ileri,gelişmişlik olarak nitelenen uygarlığın kurucularını Sümerler gibi eklemeli yazım özelliklerini kullanan Dravidalar olduğunu söylüyor. Muhtemelen anadoluya ileri uygarlığı bu insanlar getirmiş olabilirler diyor. ilmi yönden doğrudurda, Sümer ve Dravidalar ortak özellik olarak Türki dil olgusu olan eklemeli yazım özelliklerini kullanıyorlardı.
Bu bilgiler bile üstün uygarlıkların kurucuları, üstün ırk olarak gösterilen anadoluda oluştuğu iddia edilen aryanların Hint-Irani dil özellikleri olan insanlar olmadıklarını gösteriyor.

Zira aryan tanımlaması ırksal  öğeler barındırmakla beraber  ağırlık olarak inançsal olgularıda barındırmaktaydı.
Bu insançsal olgularla beraber geniş açıdan bakıldıktan sonra aryan tanımlamasının ne olup olmadığı bütün olarak görülecektir.
Geniş çaplı araştırmamızı sağlayacak, aryan'ların kimler olduklarını bulmamıza yardımcı bilgiler bolca vardır.
Örneğin, yaşadıkları bölgelerde "kurganlar" bulunuyordu.
Neydi bu kurganlar ?
En eski "kurganlar" Altayın kalbinde ve Altaydan göç eden Türklerin ön atalarının yaşadıkları yerlerde bulunmaktaydı.
Eski Türklerde korunak/korunulan yer anlamına gelen "kurgan", Sümerlerde "korugan" olarak söyleniyordu. Ölü gömme yapıları olan bu kurganlar diğer komşu kavimler ve Turani halklar arasında "sınır " görevide görüyordu. Diğer kavimlerden olan bir insan kurganların olduğu bölgeye girdiğinde bu topraklarin Turani milletlere ait olduğunu biliyordu.
Eski devirlerde yaşayan insanlar bölgelerini bu gibi şeylerle belirlemişlerdi.
Eski zaman Hindu efsanelerinde yılanlar, beyaz tenli yarı insan,yarı tanrılar gibi görünen varlıkların ilk ataları sayılırlardı. Onların toprağında sayısız zenginlikler ve demir haç olan ülkeleri kuzeyde, Hindistan’dan uzakta bulunuyordu. Hindular, bu uzak ülkeyi kurganların olduğu "Sambhu" adıyla tanıdılar. Onu, Sambhkala Türkçe “ışıklı kale” olarak isimlendirdiler.
Güneşi simgeleyen çember içindeki haç simgesi günümüzde ırkçı aryanlarında simgesi olmuştu. Hindu efsanelerinde demir haç ülkesi olarak gösterilen ön Türklerin bu simgeyi kullanıyor olmaları aslında aryanizm üzerine kurulan ırkçı oluşumlarının bir hayal üzerine kurulu olduğunu gösteriyordu.
Haç simgesi Anu'dan göç eden sümerlerden eski Mısırlılara, buradanda hiristiyanlığa geçerek hiristiyanlıkla özdeleşmisti. Sümerlerin göç ettikleri karakum Göksuri uygarlığı kağanlarının damgalarındaki kişisel haç simgeleri,günümüze kadar ulasmış tarihi en eski haç simgeleridir.
Anu,Göksuri uygarlığında bulunan haç damgalarının görüntüleri sitemize eklenmiştir.
Akadlarda iştar ismiyle aşk tanrıçasına dönüstürülen In anna'nin eşi,  Dumuzi'nin(Tammuz) mühründe de aynı Anu'daki gibi çember içinde haç imgesi vardı.

Hindistan tarihinde bundan 2.500 yıl önce vuku bulan bir tarihi olaydan  bahsedilirken kuzeye meçhul atlıların geldiği tarih sayfalarına yazılmıştı.
Bu yeni gelenlere "Saklar" Hindistanin yeni halkı denmişti .
Hint ve Iranlıların  kullandıkları "Saklar" tanımlaması, batılıların iddia ettikleri gibi bu halkın aryanlar olmadığını, aksine bu insanların Turaniler olduğunu göstermeye yetiyor. çünkü (i)skit/Sak/Syctia sözcükleri
korumak ,muhafaza etmek anlamına gelen Türkçe "Sakl" (saklamak) sözcüğünden türetilmişti.
Üstelik Buda öğretisinin sakaların kuzey Hindistana gelmeleriyle gelişmesi ve Budizm içinde "Sak-yamuni" "Sak tanrısı" isimli tanrının olması sonsuz mavilik anlamına gelen Tengri inancının Saka/iskit Türkleri vesilesiyle budizm içinde ta o zaman yer edindiğini gösteriyordu.
Batılı Tarihçilerin aryan'lar olarak nitelemeye çalıştıkları kavmin Altay'dan göç edenlerin torunları olan iskit/Sakların yerleştiği kuzey Hidistan bölgesini gösteriyor olmaları bile onların ne derece tarihi tahrifat yaptıklarını gösteriyordu.
Batılı tarihçiler, aryanlar olarak gösterdikleri keşmir ve kuzey Hindistanda yeşil/mavi göz renkleri olan beyaz tenli insanların nereden geldiklerini açıklamıyorlar, sadece Hint-Avrupa kavmi diyorlardı.
Bu tutumlarının nedeni ise bu insanların Altay geleneğini yaşatan insanlar olmasından kaynaklanıyordu.
Batılı bilim adamları Altay üzerinde yüzyıla yakın bir araştırma yapmışlardı. Burda yaşamış insanları anlamaya çalışıyorlardı, ama bir türlü anlayamadılar. Aslında anladılarda gerçekleri söylemek istemediler, gizlediler hep. Arkeloji ilminin uzmanları bile Altaydaki yazılara mantıklı cevaplar vermediler, veremediler.
Sadece burda yok olmuş millete ait "ölü"  yazı var, okunmasınında imkansız olduğuna hüküm ettiler.
Hint-Avrupa dil özellikleri olduğu iddia edilen kavimlerle ilgili bilgileri Hindistanda küçük bir azınlığında inandığı,eski Iran inancı olan Zerdüştlük inancının kutsal kitabı Avesta'da bulmak mümkündür.
Zerdüstlük inancı ile ilgili bilgi verilirken Bu inancın mö 10 ve 6 asır arası yaşadığına inanılan Zerdüşt'ün ve bu inancın kuzey Afganistanda meydana çıktığı söylenir.
1970 yılında  Türkmenistan, Karakum çölünde, Rus arkeolog Viktor ivanoviç tarafından keşfedilen ve 2004 yılında  Italyan arkeolog  Gabriele rossi osmida önderliğinde yer yüzüne çıkarılan Sümerlerinde ataları olan ön Türklerin kurduğu tarihi 40 bin sene öncesine dayanan,en erken kentlerinin bile 5 bin sene öncesinde yapılmış, bronz çağının bu muhteşem uygarlığı kalıntılarında tek tanrılı Zerdüşt inancının tapınağının izlerinin olması ,Zerdüştlüğün hangi kökenli bir inanç olduğunu göstermeye yeterlidir.
Zerdüştlük inancından 3000 sene önce buna benzer bir mabedin ve sonsuz olduğuna inanılan Tek tanrılı inancın karakumda olması aslında zerdüştlüğünde köklerini gösteriyordu.
Avestanın yazı dili " Zend" denen ölü bir dildir.
Bir kısım batılı araştırmacılar hemen buna yeni bir isim buldular,bu dile eski Persçe dediler!!
Hint-Avrupa dilini tek kaynaklı dil olarak niteleyen bir kısım batılı araştırmacı, bu dilin 150 farklı dillerden alıntı sözcüklerden oluşturulmuş olmasına rağmen  Hint-avrupa dilinin kökeni olarak sadece Pers ve akrabası Hint dillerini göstermeleri onların,başbaşa kaldıkları kendi utançlarıdır.
Bilim bu tür insanların yalanlarını zamanı geldikçe meydana çıkartıyor.
Tarihi gerçekler bir müddet gizlenebilinir, ama asla yok edilemez.
Iran'lılara ait Avestada Zerdüştlük inancını kuzeyden gelen üç kardeşlerin oluşturduğu yazar.
Iran ve Hidistan tarihi uzamanı E.Kuzmina bu üç kardeşin izlerini sürdü. Kuzmina çalışmalarında bu kardeşleri Turani halklar olan Andronova uygarlığına ait insanlar oldugunu meydana çıkartmıştı.
Eski Hint-Iran uygarlığının inanç temelini oluşturan bu üç kardeş hakkında kutsal kitap Avestada ise bu kardeşlerin oluşturdukları üç milletten söz edilir.
Bunlar, Samartes'ler, Sak'lar(iskitler) ve  Orta asya bozkırlarının yerlileri göçerlerdir.
Orta asya bozkırlarını Altaylardan gelerek ilk yurt edinenlerin konar göçer Turani boylar olduğunu söylemeye gerek yok.
Avesta'da bahsi edilen Sakl'ların Turani kavim olduğunu bilmeyen kalmadı,delilleriyle yazdık,yazmaya devam ediyoruz. 
Altay Tanrı dağlarının eteklerinde doğmuş, büyümüş bu insanlara Hint-Irani dili konuşan insanlar olduklarını iddia etmek akıl,bilim ve tarih dışıdır.
Üç kardeşten ikisinin oluşturduğu millet Turani, üçüncü kardeşin kurduğu milletin Hindu-Irani olduğunu iddia etmek aklın ve mantığın kabul etmeyeceği saçmalıktır.
Kuzey asya'nın ural bölgesinde Hint-iran dilini konuşmuş olan hiç bir kavim izine rastlanılmamasına rağmen, Sarmartesler ile ilgili bilgi verilirken bu kavmin don nehri kenarında, Ural bölgesinde yasamış, Hint-Irani dili konuşan millet olduğu söyleniyor.

Samarteslerin orta asya yerlileri değilde, Iran bölgesinden gelenler ve atalarının iskitler olduğu bilgisi veriliyor !!!
Esas çelişkide burda başlıyor. Altay Tanrı dağlarının kalbinde varolmuş ve yasamış eski Türk dilini konuşmuş, Türkçe bir sözcükten isimlerini türetmiş iskitler/sakalar nasıl birden Hint-irani dilini konuşan Perslilere dönüşüyor anlaşılır gibi değil !!!
Bu tahrifatları öyle yenilen yutulan cinsten değildi, yalan o kadar büyük ve tutarsızki neresinden tutsan elinde kalıyor !!!
Eski Iran dili olan farsca yazılı Avesta'da Saka/iskitlerin bahsi edilirken farsça "âsuaspa Tura" "hızlı atlı Turaranlılar" denilmişti.
Batılı aryanistler o kadar saçmalamışlardıki, samartesleri Hint-Irani yapabilmek için eski Pers'e sınır olan, Avestada açıkca Irani olmayan halklar olarak vatanlarına Turan eli anlamına gelen tanımlamayla Turanlı olan sakaları Hint-Irani yapmışlardı !!!

Aryanist ırkçıların yalanlarını yüzlerine vuran Avestadaki yazılı gerçekleri tastikleyen bilgileri arkeolojik bulgularda da görüyoruz.
Eski Saka uygarlığı sınırları içinde olan,bu gün Afganistan sınırları içinde yer alan bir kent vardır, ismi "Daşt-ı Navur". Bu kentin eski kalıntılarında araştırma yapan Fransız arkeologlar Türkçe runik yazıların olduğu kayalar bulmuşlardı.
Buranın eski bir Türk uygarlığı olduğunu ispatlayan bir başka bilgi
ise, aradan binlerce yıl geçmesine rağmen kent isminin Türkçe kalmış olmasıydı.
Daşt-ı söylemi Türkçe bir sözcük olarak günümüz Türkçesinde taştı anlamında kullanılıyor.
Taşkent ismini örnek alalım, ilk okuduğumuzda Türkçe "Taş kent" olarak algılanır, oysa bu doğru degildir.
Kent tanımalamasının anlamı bizzat taş'tan ev ,taş'tan yapı anlamına geliyor. Neden önüne "taş" eki konulsunki !!!
Taşkentin sözcük anlamı; nüfusun çoğalmasıyla taştık, çoğaldık,
taştığımız, çoğaldığımız kenttir.
Navur kent ismini önündeki Daşt-ı eki anlamıyla okuyunca taşdığımız , çoğaldığımız Navur anlamı çıkıyor.
Navur sözcüğünün anlamını şu an bilmiyoruz, ama olsun, ön ekinin Türkçe olması, eski kalıntılarda Türk runik yazıtlarının olması burda eski Türk uygarlığının olduğunu ispatlıyor.
Ilginç olan ise bu kent ve bu bölge, tek Tanrılı inancın peygamberi Zerdüşt'ün doğduğu ve Zerdüştlüğün ilk defa yeryüzüne inanç olarak çıktığı yerdir.
Samarteslerle ilgili verilerde Hindistandan ve Irandan  bir kavim  göçü  olduğunu söylemek imkansızken, tarihte böyle bir göçe rastlanmamışken Ural'larda Hint-Irani dili konuşmuş olan bir kavim olduğunu iddia etmek mantıklı ve bilimsel değildir.
Tarafsızlıklarını koruyarak sadece gerçekleri günyüzüne çıkarmayı ilke edinen avrupalı ve Rus tarihçi ve antropologlar, aryanlar olarak nitelenen insanları hep, Altaylardan gelmiş, Türklere ait kültürlerden beslenmiş insanlar olduklarını işaret etmekteler.
Zerdüştlük inancının kutsal kitabı Avestada bahsi edilen Turlular/Turanlar  ,Tengri isimlerinden Anu/Ano diye adlandırılan Türkistanı kapsayan bölge uygarlığına ait insanların kurduğu karakum uygarlığı insanları olan Göksurilerin torunlarıdırlar. Murgap ve Tecen ırmaklarının sularının azalması ve yatak değiştirmesi sonucunda Göksuriler güney Irak'ta Fırat ve Dicle ırmaklarının ortasında mezopotamya uygarlığını kuranlardır.
" Turan" tanımalamasının anlamını söylemeye bile gerek yoktur.
Turan tanımalaması, Irani, Hint olmayan Türk kökenli kavimlere verilmiş tarihi kadim bir isimdir.
Batılı bazı tarihçiler bugün bile ismi mari olan Türkmenistanın bir eyaletini ve eski devlet olan Margiyanların Türk olmayan millet olabileceğini göstermek istemektedirler.Lakin onların bilmedikleri bir gerçek vardı.
Meru/mary sözcüğü eski Türkçede dünyanın merkezi anlamına gelmekteydi. "Mer'kez" tanımlaması Türkçede bir dairenin,kentin, semtin, herhangi bir nesnenin ortasını,özünü göstermek anlamı için kullanılıyor. Örneğin Islam dünyasının kalbi,merkezi Kabe'dir. Altaylarda kutsal tanrı dağları zirvelerinin Tengriye yakın zirveler olduğuna inanılmasından dolayı bu dağlara üç Sümer'de denilmişti.

"Mary" sözcügünü biraz daha açmakta yarar var. Hz Isa'nın annesi Meryem anaya Fransızca Marie ve Myriam, ingilizce, Mary ve Mery, Almanca,Ispanyolca ve Italyancada Maria denilir.
Bu ismi ibranice kökenli anlamları olan bir tanımlama olarak gösterirler.
Doğrudurda "Mari" ibranice anlamları olan bir isimdir !!!
Ne ilginç değilmi !!!
Ibranice, Halil Ibrahimin konuştuğu dil anlamına geliyor.
Hz ibrahim ise Sümerlerin orta doğuda kurdukları uygarlık kenti Ur'da yasamış, Sümer asıllı bir peygamberdir. Dolayısıylada Sümerce konuşmuş olmalıydı.
Bazı dil bilimciler, Mari/Meryem isimlerinin ibranice olmadığını iddia ederekten eski Mısır kökenli "sevgi" sözcüğünden türetildiğini iddia ederler.
Günümüz Türkmenistan devletinin bir bölgesinin ismi olan Mari, batılı kaynaklarda büyük Iskenderin Hindistan seferine giderken konakladığı yere  kurmuş olduğu kentten dolayı bu ismin verdiğini yazarlar.
Makedon olan ve yahudilikle ilgisi olmayan büyük iskenderin makedonca olmayan, ibranice olduğu iddia edilen bu ismi bir kente vermesinin mantıklı açıklamasını yapmak imkansız gibi.
şöylekine, tarihte Türkmenistanın bu bölgesinde mö 1000 yıllarında varolmuş Mariler/Margiyanlar olarak isimlendirilen Altay kökenli bir devletten söz edilir.
Bu devletin kurulduğu yerde önceleri Anu,Göksuri uygarlığı oldugunuda hatırlatalım.
Mö 323 yılında vefat eden  büyük Iskender daha dünyaya gelmemişken, mö 1000 yıllarında kurulmuş bir devlete ve kente isim vermesi mümkün değildir.
Asurolog,Sümer dili ve tarihi uzmanı Samuel Noah Kramer 1971'de Hamburg'da basılan "Mezopotamya" isimli kitabının 11'ci sayfasında  Sümer kenti Mari'nin tarihini mö 2000 yılları öncesine dayandırmaktaydı.
üstelik "Sü'meri"/"Sü'merü" sözcüklerinin içinde bile Türkçe gibi eklemeli yazım dil özelliğiyle yazılmış, günümüz Türkçesinde merkez anlamında kullandığımız sözcüğün kökenini oluşturan Merü/Mary sözcüğü vardır.
Görüldüğü gibi tarihi rakamlarda denk gelmiyor. Ne hikmetse tarihlerini  eski yunan uygarlığına dayandırmaktan başka çıkar yolları ve kökleri olmayan bazı avrupalı aryanistlerin sürekli tarihi tahrifatlarını görmekteyiz.

Eski Türkçede  dünyanın merkezi anlamına gelen Merü tanımalmasından türetilmiş Mari sözcüğünün kökeni irdelendiğinde Sümercede biraz farklı anlamlarda kullanıldığı görülmektedir.Sümercede öküz anlamına gelen "Mar sözcüğüne ırmak anlamına gelen "ı" tanımlaması eklendiğinde bu iki sözcüğün bileşiminden olusan "Mar-ı  sözcüğünden öküz ırmağı anlamı çıkmaktadır.
Türkmenistanda mö 4000 yıllarından kalma som antından yapılmış öküz başı heykellerinin olması,öküzün kutsandığı izleri taşımaktadır.
Belkide bu nedenden dolayı Sümerler kentlerine "Mari" ismini
vermişlerdir !!!
Sümerlerden sonra mezopotamyanın en büyük Tanrısı olarak kabul edilen "MARDUK" tanımalası Sümerlerde Tengriye vurgular olan "Mar-Ud/Ut" sözcüklerinden türetilmişti
Sümerler güneş anlamına gelen Ud sözcüğüne "dingir" ekini ekleyerek "güneşin Tengrisi" anlamına gelen tanımlama yapmalarından dolayı sonraki uygarlıklarda Utu isimli güneş tanrısı yaratılmıştı.
Öküz anlamına gelen Mar sözcüğünün Tengri sözcüğüyle bileşiminden
"Tengri öküz" veya "öküzlerin Tengrisi" anlamı çıkması,Sonsuz mavi gökyüzü anlamına gelen Tengri sıfatının güneş anlamına gelen Ud, Utu olmasından dolayı basitçe öküze indirgemek mümkün olmadığı gibi mantıklıda değildir.
Keza Babilde en büyük tanrı olduğuna inanılan  Marduk tasfirlerinde öküze vurgu bir betimlemede yoktur.
Dünyanın veya evrenin  merkezi anlamına gelen Merü tanımlamasıyla Tengri sıfatı Ud, Utu sözcüğünün bileşimi bize göre daha anlamlıdır.
Bu iki sözcüğün  bileşiminden alemin,evrenin merkezi/öz'ü Tengri anlamı çıkmaktadır.
çünkü Altaylarda olduğu gibi Göksuriler ve Sümerlerde de kutup yıldızı manevi anlamda Tengriye giden ışıklı yolun kapısı olaraktan algılanmaktaydı.
Astrolojik, hayvanlar olarak betimlenen 12 takım yıldızlarının görsel olarak Tengrinin aydınlık dünyasından kuzey kutbuna çakılmış kazığın etrafında döndüğüne ve bu kazığa bağlı olduklarınada simgesel olarak inanılmaktaydı. Yakın döneme kadar Tengri inancı kamlarının Tanrıya ulaşmak için manevi olarak yükseklere çıkmaları kutup yıldızına kadardır,ordan öteye giderlerseler yanarak yok olacakları inancı taşımaktaydılar.
Bu inançsal olgulardan dolayı Tengri inancı taşıyan Türkler, dünyanın herhangi bölgesinde vefat etseler bile Tengrinin aydınlık dünyasından dünyanın ortasına,merkezine çakılı kutup yıldızınının kuzeyde sabit durmasından dolayı ölülerinin başlarını kutup yıldızına çeviriyorlardı. Kutup yıldızının kıble görevi görmesinden dolayı kurganlara gömülen insanların başları hep kuzeye denk getiriliyordu.
Dünyanın merkezinden Tengriye giden yola dönen insanlarin ruh'larının Tengriye ulaşmış olacağına inandıkları için, öldüklerinde bile cansız bedenleriyle Tengriye bağlılıklarını bu şekilde göstermiş oluyorlardı.
Kutup yıldızı Tengriye yükselinen ışıklı yol olarak algılandığı için bu inanca mensup insanlar için kıble görevi görmekteydi.
Bu nedenlerden dolayı öküz anlamına gelen mar sözcüğü yerine dünyanın, evrenin merkezi,"öz'ü" anlamına Gelen Merü sözcügünden Mari tanımlamasının kent ve uygarlıklar isimleri olarak verilmiş olmasını daha anlamlı ve daha gerçekci buluyoruz.
Anlamları bunlarla sınırlı olmayan Mari sözcüğünü yakın dönemlerde Volga kenarında Fin-Uygur dilini konuşan millet oldukları bilgisini Sovyet ansiklopedilerinde de görmekteyiz.
16 yy'da başlayan hiristiyanlaştırmadan dolayı tamamen hiristiyanlaştırılan Mariler günümüzde Baskurtistan Udmurt'ta ,Tataristan Gorkide yoğun olmak üzere başka bölgelerde de yaşamaktalar.
Buna ilaveten Afganistan Türkmenlerinin yaşadığı yerde Marçav,Iran Türklerinin yaşadığı bölgede Marava tepe, Azerbaycanda Maraga, Türkiyede Mardin kent ve yer isimlerinin Türki milletler tarafından bu denli yoğun olarak kullanılıyor olması Mari/Maria/Meryem sözcüklerinin anlamlarıyla hangi uygarlığa ait olduğunuda göstermeye yeterli bilgilerdir zannedersem.
Bu bilgileri ırkçı aryanist batılılar ve kilise mensubu din adamları okurlarmı bilmem ama, eğerkine nasip olurda okurlarsalar bu bilgilerin onları bayağı kızdıracağı ve inançlarını sarsacağı muhakkaktır.

Bilindiği gibi eskiden beri Tengri inancında olan Türklerde din adamları olan şaman veya kamlara ve gezgin dervişlere Dede veya Baba sıfatları veriliyordu.
Bu gelenek hiç bozulmadan günümüz Alevi ve Mevlevilerinde dini vazifelerle beraber toplum ilişkileriyle uğraşan kişilere şıh,şeyh sıfatları yanısıra Dede veya Baba da denilmektedir.
Hoca Ahmet Yaseviye, Yasevi ata diyen Orta asya Türkleri, Dede Korkut'da da Korkut ata demişlerdi.
Bu sıfatları Dede Garkında, Ağuçen ocağından Karadonlu Can Baba da, Kızıl Deli Seyyit Baba örneklerinde de görmekteyiz.Alevilikte Cem-i ayini yöneten post'ta oturan kişiye dervişler, "Baba Erenler" sözcüğüyle hitap ederlerdi.Genel olarak ilk insan olduğuna inanılmasından dolayıda hz Ademede Adem Baba denilmiştir.

Anu, karakum göksuri uygarlığı damgalarında öyküsü anlatılan Atapa isminin son eki Pa sözcüğünü Sümerlerde Ulu din adamı anlamına gelen "PAP" sözcüğünde de görmekteyiz.
40 bin sene öncesi Göksuri uygarlığında Tengri elinden yaşam suyunu alan "Atapa"'nın anlamından kutsal inanç önderi,ulu din adamı ata anlamları çıkmaktadır.
Peygamberi Yunanca bilmeyen, konuşamayan Isevi inancı kutsal kıtaplarının hiç birinin peygamberinin konuştuğu dilde yazılı örneklerinin olmamasını ve bu inancın Yunanca Hiristos sözcüğüyle tanımlanıyor olmasını doğal karşılayan Vatikan ve Hiristiyan dünyası Vatikan "Papa"sı tanımlamasını, Tengri inancı tanımlamasında Ulu din adamı anlamına gelen ön Türkçe "Pap" sözcüğünden alıntılanmış olduğunuda doğal karşılarlar zannedersem.
Sonuçta "Mary" ismi  eski Türkçede, Sümercede, Türklerin ön ataları karakum uygarlığının konuştukları eski Türkcede dünyanın merkezi anlamına gelen Mari,Merü sözcüğünden türetilmiştir.
ilk, ileri gelişmiş uygarlık olarak Irak'ın güneyinde eski mezopotamyayı kuran Sümerlerin bir kentlerinin isminin Mari olması Meryem ananın kökenini ve isminin  gerçek anlamınıda göstermeye yeterlidir.
Yazılarımızın devamında hiristiyan ve yahudi inançlarının Tengri inanç olgularını sümerlerden ve diğer Türki uygarlıklarından nasıl, ne şekilde aldıklarını, kökenlerini bilmedikleri inanç tanımlama sözcüklerini yanlış ve tahrifat ederek kullandıklarına değineceğiz. keza yeri geldiğinde anlamlarıyla bu alıntılara ve tahrifatlara yazılarımızda değiniyoruzda.
Önceki yazılarımızda eski Mısır güneş kültü tanrısı Horüs öykülerinde Tengrinin evi anlamına gelen "Bethanu" tanımlamasının anlamını bilmeden tahrifatla Isa peygmberin ölüleri dirilttiği hayali bir kente dönüştürüldüğünü delilleriyle yazmıştık.

 

Bir kısım ırkçı batılılar aryanları genellikle beyaz tenli, açık sarı saçlı, yeşil ve mavi gözlü insanların yaşadıkları milletleri göstermeleri bazı insanlarımızı şüpheye düsürebilir.
Türkler anadoluya 1071'de geldiler iddiasında bulunanların genelide Türk dış görünüşünü Çinlilere veya Moğollara benzetmektedirler. Bu benzerlikte olmayan insanlarımızıda aslen Rum, Sirp veya Ermeni devşirmeler olduklarını göstermeye çalışırlar.
Türk ulusunda sarı saçlı, mavi ve yeşil gözlü insanların çok olması emperyalist çıkarlar için çaba harcayan bir kısım sözde aydınların ve ayrılıkçı kürtçü ve Ermeni diasporasının tutundukları kuru bir daldır.
Onlar Türkleri sürekli çekik gözlü, kısa boylu Çinlilere benzeyen insanlar olduklarını göstermeye çalışırlar.
Bu tür bilim fukarası insanların biraz tarih bilgileri olmuş olsaydı, tabiki hakkaniyetli olmak şartıyla tam aksini iddia etmeleri gerekirdi.
çünkü Türkler içinde Moğollarla benzerlikleri olan insanlar, Türk dış görüntüsü ile ilgili bilgi değilde aslında Türkleşmiş Moğolların olduğunu gösteriyordu.
Tarihte batıya ve Hindistana akınlar ederek uygarlıklar kuran Moğollar, Islamiyeti seçtikten sonra orta asya halklarıyla birbirine geçerek o kavimler içinde melezleşmişlerdi.
Babür şah'ın Hindistanda kurduğu Babür devleti ve Cengizhan'ın oğlu Çağatay'ın kurduğu Çağatay han'lığı gibi topluluklar Islamiyeti kabul ettikten sonra Türkleşmişlerdi.
Bu gibi nedenlerden dolayıda çoğumuz orta asya kökenli olmamızdan gerçekten Çinlilere daha çok benzeyebileceğimizi düşünürüz.
Gerçekle alakası olmayan bu gibi tuzaklara ne yazıkki Türk ulusuna mensup bir çok aydın insanda düşmektedir.
Bilinçli olarak Türk ulusunu oluşturan insanların birlik ve bütünlüğünü yok etmek için çaba haycayan, emperyalist çanaktan beslenen bir kısım aydın bozuntuları, Çinlilere benzemeyen insanları sonradan Türkleşmiş devşirmeler olduğunu iddia ederekten, toplumsal ayrıştırma ateşine körükle gidiyorlar.
Bu tür bayağı, sahtekarlık üzerine kurulmuş iddialara yukarda verdiğimiz tarihi gerçeklerle cevapta çok basittir. Örneğin, Türklerin ön ataları Adronovalılar, Iskitler, kıpçaklar hiçte Çinlilere benzemezler. Hatta Çin'nin bir eyaleti olan doğu Türkistanda yaşayan Uygurlar bile Çinlilerden çok farklıdırlar.
Günümüzde fazla melezleşmeden günümüze kadar ulaşan Moldovyada yaşayan hiristiyan Gagavuzlar (Gök oğuzlar) Çinli dış görünüşlü insanlarmı ? Genellikle sarışın, renkli gözlü, beyaz tenlidirler.
Ha bunlar osmanlı döneminde Türkleşmiş devsirmeler denilirse buda gerçekten gülünç olur. Çünkü Osmanlı Türkçe konuşmayan ümmetçi bir devlet yapısında olması sebebiyle mantıksal olarak Gagavuzları Türkleştirdiler iddiasında bulunmak mümkün değildir.
Devlet siyaseti olarak  Osmanlı tarihinde böyle bir örnekte yoktur.
Gagavuzların dış görüntüleri aslında oğuz boyu içinde melezleşmemiş, içlerinde yakın komşu akrabalarımız olan Moğol asıllıların olmadığının göstergesidir.
Tarihte Osmanlı devletinin kurulmasından önce Türkistandan anadoluya göçen Oğuzların bir kısmı orta avrupaya göç etmislerdi. Tengri inancında olan avrupaya göç eden bir kısım gök Oğuzlar ise (gagavuzlar) hiristiyanlık inancına geçmişlerdi.
Avrupalı aryanist faşistlerle ırkçı doğuluların Hint-avrupalı tanımlamalarında da kendileri gibi sahtekarlık ve gariplikler var.
Güney avrupa halklarından olan Italyan, Ispanyol ve Yunanlılar gibi uluslar Norveçli,Isveçlilerden çok kuzey afrikalı Araplara ve ortadoğulu Sami'lere gensel ve örf,adetleri ve yaşam biçimleriyle daha yakınlardırlar !!!
Daha da ilginç olan, Norveç, Fin ve Isveçlilere Hintli'lerden çok
Hint-avrupalı olmayan Turani Halklar gensel olarak daha yakınlardır !!!
Irkçı ve aryanistlerin iddialarını paçavraya çeviren son bilgi Italya üniversitelerinde araştırmalar yapan gen bilimcilerden geldi.
Kuzey batı Italya eski halklarından olan Mö 7-3 yüzyıllarında oluşmuş Ektrüks uygarlığı iskeletlerinden alınan genlerle diğer uluslarla gen karşılaştırmaları yapıldı. Bu uygarlık insanları Yunan, Ermeni, Ispanyol, Fransızdan çok günümüz Türklerine daha yakın akraba çıktılar !!!
Ektrüksler, aryanist ırkçıların sahtekarlıklarla dolu kindar deyimlerine göre 1071'den sonra anadoluda kırma bir ırka dönüşmüş olan Türkler'den çok eski Lidya anadolu uygarlığından göç edenler olarak Yunan ve Ermenilere gensel olarak daha yakın ve akraba olmaları gerekirdi.
On'ların kuramlarından yola çıkılınca gerçek kırma, melez, ırksal bozulanlar olanların kendileri olmuş oluyorlardı.
Yalan ve kindar ırkçılık üzerine kurulmuş kumdan kaleleri tarihi gerçekler karşından yine yerle bir oluyor.
Lidya uygarlığından göç etmiş insanlar olan Ektrükslerde kullanılmış bir çok sözcüğün aynı anlamlarıyla günümüz Türkçesinde de hala kullanılıyor olması bilimsel verileri dahada pekiştiriyordu.
Bu bilgiler bize Akad'ların Sümer kentlerini ele geçirmesinden sonra Andoluda Hitit/Eti uygarlığını kuran ön Türklerin Frikya ve Lidya uygarlıklarınıda oluşturduklarını gösteriyordu.

“Türk”- “Tuku” sözünü ilk olarak  tarihi belgelerine yazan Çinlilerdi, bu onların dilinde “sert, şiddetli”, “güçlü” anlamına geliyordu. Dış görüntüleri ile herkesi şasırtan Altaylılar hakkında, vaktiyle şöyle yazmışlardı: Onlar, açık sarı saçlı ve mavi gözlü idiler; güçleri ve askeri ustalıkları ile fark ediliyorlardı.
Çinliler orta asyada yaşayan Türkler hakkında bilgi verirken kendi dış görünüşlerine hiç benzemeyen açık saçlı, mavi gözlü insan anlamına gelen çince "dinlin" sözcüğünü kullanmışlardı. Sebebi ise böyle dış görünüşlü insanlar Çinde hiç olmamıştı.
Türklere karşı savaşlarda yenilgiler alan ve Çin seddini inşa ederek kendilerini korumaya alan çinlilerin bazı zaman tanıkları Türkler hakında tanımlamalarda bulunurken bazen hakaret etmek amacıyla Türkleri Çinde yaşayan maymunlara benzetmişlerdi.
Aslında bunun nedeni çok açıktı, çünkü güney Çinde maymunların gözleri mavidir. Türklerinde bir kısmının mavi gözlü olmasından dolayı hakaret için söylenen bu tanımlama içinde Türklerin bedensel özellikleriyle ilgili gerçek bilgileride vermişlerdi.

Türklerin  bir kısmının bedensel dış görüntüleriyle ilgili bilgileri Iran kaynaklarında da görmekteyiz.
Perslilerle Tengri inancında olan Türkler tarihte karşılaşmışlardı. Geneli Zerdüst inancında olan Perslilerin Zedegan sınıfının bir kısmı Tengri inancındaydılar.
Avestada da ismi geçen Azı dahaka'nın saraylarında hizmet vermiş ataları hakkındaki bilgileri nesilden nesile aktardılar. Bu efsanevi bilgiler içindeki söz konusu olan insanlar Arşakit'lerin temelini atan ünlü hanedandı.
Bu hanedanın temelini milattan önce, üçüncü  yüzyılda  Arşak isimli Altaylı kızıl saçlı yabancı atmıştı. Iran tarihinde böyle yazılıdır.
Altay kökenli Türklerin bedensel özellikleriyle ilgili yabancı verilerde yeterince bilgilerin olması ,masa başında sipariş üzerine tarih yazan Emperyal sömürücü güçlerin kalemşörlerinin ne denli saptırmalar yaptıklarını gözler önüne sermeye yeterlidir zannedersem.
Bu bilgilerden, Türklerin buğday tenli,siyah saçlı olmadıklarını iddia etmekte doğru değildir. Türklerin bu bedensel özelliklerine dair bilgiler vermeye gerek bile yoktur. Yukarda verdiğimiz Çin ve Iran kaynaklı bilgiler Türklerin çekik gözlü, kısa boylu Çinlilere benzeyen insanlar olmadıklarını gösteren bilgilerdir.
Binlerce yıldan beri Çinin  eyaleti olan doğu Türkistan'da Çinlilerle komşu olan Uygur Türkleri bile Çinlilere benzemezken, Türkiye, Azerbeycan, Türkmenistan, Iran, Irak Türklerini sadece Çinlilere benzeyenlerin esas Türkler olduğunu iddia edenler, bu yalanlarıyla bilgi kirliliğiyle tarihi tahrifat yapmaktadırlar.
Aslında dünyada safkan, hiç bozulmadan günümüze kadar ulaşmış bir ulus olmadığı gibi Türklerde saf kan bir ulus değildir. Türklük, tarihi onbinlerce yıl öncesine dayanan, tarihi süzeçte kendilerini aynı inançsal ve örfsel anlam olgularıyla ifade eden insanların oluşturduğu, kökleri 40 bin yıl öncesindenden yeşermeye başlamış, derin kökleri olan bir ulus tanımlamasıdır.
Türk ulusu içinde devşirmeler olduğuda tarihi bir gerçektir.
Ahmet yesevi ocağından demlenmiş olan Hacı Bektaş veli, Hacı Bayram veli, Ahi Evran, şeyh edep Ali, Taptuk Emre gibi horasan erenleri anadoluyu aşk ve sevgiyle kucaklayan kandiller oldukları için ortaçağ karanlıgında Bizans engizisyon işkencesi altında ezilen yerel halklar, bu Hak erenlerinde kurtuluşu görmüşler, onların etraflarında toplanmış, dergahlarına bağlanmışlardı.
Bu kandiller anadolu'nun yerel halklarından olan kıpçak ve kumanlar gibi turani boylarla aynı dili konuşuyorlardı.
Sonuçta Anadolu yerlilerinin bir kısmı aynı hiristiyan mezhebi bogomil inancında olan Bosna'lılar gibi kendi özgür iradeleriyle topluca Horasan Erenlerine bağlanarak islamiyeti seçmiş, Türk dünyasına kendi istekleriyle girmişlerdi.
Etle tırnak gibi birbirine geçen bu insanları kansal olarak ayırmak mümkün değildir. Bu tür ayrımcılığı savunmak ilkelliktir, akılı ve bilimi yok saymaktır.
Bu tür ayrımlarla bir ulus ve millette yaratılamaz, böyle bir millette dünyada yoktur, hiç olmamıştır, olamazda.
Bilimsel verilere göre sonuçta hepsi saf kan orangutandan evrilmişlerdir.
Ilkel gericilik olan bu tür ayrımcılığa gidenlerinde mantıklarınada şaşıyorum.
şöyle düşünün, ırkçı veya aryanist birisi hasta veya kaza geçirmiş acil kana ihtiyacı var. Ailesinden olan hiç kimsenin bu kişiyle kanı uyuşmayabilir, lakin bir afrikalının veya bir Çinlinin kanı onu yaşamda tutar.
Uzuv nakli içinde böyledir, en yakınızın uzvu doku uyuşmamazlığı sebebiyle uygun olmayabilir, ama herhangi bir uzak asyalının iç uzvu saf kan aryan olduğunu iddia eden birisine uygun gelir.
Saçma kuramlarla saf kan, üstün millet olduduklarini iddia eden aryanist, sionist ve irkçıların anlamadıkları, anlamak istemedikleri gerçek işte bunlardır.
Irkçı, ayrılıkçı kürtçülerde son dönemde hitler gibi yoğun olarak ilkel saçmalıklarla bedensel görüntülere göre insan ırkı belirleme modası başlattılar.
Hitler insanların kafa tası ölçülerine göre ırk belirliyordu, bu faşistler ise göz rengi ve bedensel özelliklere göre ırk beliyorlar !!!
Homo erektuslerden beri uygarlıkların yol geçen hanına dönmüş, insanların hiç bir yerde olmadığı kadar birbirine diliyle,kültürüyle, inancıyla iç içe girerek melezeleştiği bu bölgeden nasıl saf kan bir ırk çıkartabiliyorlar hayret !!!
Hangi saf kan ırktan oldukları bile belli değilken, hangi üstün ırk'ın ırkçılığını yapıyorlar anlamak mümkün değil !!!